Yanlışlanabilirlik nedir?
Merhaba. Bu yazımda, yanlışlanabilirlik, yanlışlama, yanlışlayarak doğrulama gibi konulara değinmek istiyorum. Amacım yanlışlanabilirlik ilkesini mümkün olduğunca basit bir dille anlatıp bu konuyu bilmeyen veya hatalı yorumlayan okuyucular için faydalı bir içerik üretmek. Bu meseleyi kavramam benim de uzun bir zamanımı almıştı, anladığım kadarıyla bir istisna değilim bu konuda.
Yanlışlanabilirlik ilkesi nedir?
Yanlışlanabilirlik ilkesi Avusturyalı filozof Karl Popper tarafından geliştirilmiş bir düşünme stratejisidir, metodolojidir. Sanılanın aksine ana motivasyonu önermeleri çürütmek değildir, hatalardan ayıklamakdır. Ancak bu ayıklama süreci esnasında önermenin kendisi de ayıklanabilir. Bu yüzden sık sık çürütmeyle aynı şeyi yapıyormuş gibi, çürütmenin kendisiyle karıştırılan bir konu. Fazla tarihine girmeden bir deney üzerinde yanlışlanabilirlik ilkesini çalıştırıp uygulamalı olarak ilerlemek istiyorum. Bir Google aramasıyla pek çok bilgi alabilirsiniz hali hazırda. Aynı şeyleri yazmanın pek manası yok.
Yanlışlanabilirlik deneyi.
Yanlışlanabilirlik mekaniğinin çalışabilmesi için ortada bir önerme olması gerekiyor. Şimdi önermemizi yaratalım. Bu “su yüz derecede kaynar” olsun. Yanlışlanabilirlik olmadan bu önermeyi şu şekilde kanıtlamaya çalışırız; Suyu bir ateşin üzerine koyar, içine de bir termometre koyarız. Su kaynama evresine geçtiğinde termometre üzerindeki civanın nerede olduğuna bakarız. 100 derece üzerinde olduğunu gözlemleriz ve iddiamızı kanıtlamış oluruz.
Ancak bu deneyi yanlışlanabilirlik ilkesine uygun olarak çalıştırmak istersek bunu böyle yapmayız. Yapmamız gereken şey, suyu yüz derece değil de, farklı sıcaklıklarda kaynatmaya çalışmak olmalıdır. Şimdi bu motivasyonla deneyi yapalım;
Suyun kaynamasıyla atmosferin bir ilişkisi olabileceğini düşünüyoruz ve bu amaçla suyu vakumlu bir kabın içine koyup kaynatmayı deniyoruz. O da ne! Su yüz derecenin altında bir sıcaklıkla kaynamaya başlıyor. Dolayısıyla “su yüz derecede kaynar” iddiası henüz deneyin başlarında çürütülmüş oluyor. Ancak bu iddianın tamamen çöp olduğu anlamına gelmiyor. Sadece ilk başlardaki pozisyonumuzdan biraz uzaklaşıyor ve önermeyi “su 1 atmosfer basınç altında 100 derecede kaynar” olarak güncelliyoruz. Ancak bu da hatalı olabilir. Bu kez suyun kendisi üzerinde odaklanıyoruz. Bir deniz suyu alıyoruz, bir kaynak suyu, bir de gölden doldurduğumuz bir su örneği. Şayet aldığımız farklı su örnekleri, aynı ortamda aynı davranışı gösteriyorlarsa suyun kaynamaya olan etkisini eliyoruz.
Ardından bu kez atmosferin basıncının içeriği ile oynamaya başlıyoruz. Suyun bulunduğu kapalı ortama bir karbondioksit basıyoruz. Sonra saf oksijen, ardından bildiğimiz hava. Ardından yine ölçüm yapıyoruz. Muhtemelen suyun kaynama sıcaklığı yine değişkenlik gösterecektir.
Bu deneye ait verileri toparlayacak olursak, “su 100 derecede kaynar” iddiası hatalıdır. Çünkü iddia evrensel kendisine evrensel bir özellik yükler. Oysa bu, bir takım özel bileşenlerin bir arada olabilmesiyle olabilecek bir çıktıdır. Şu ana kadar yaptığımız deneylerde ortaya koyduk ki, suyun kaynama fazına geçmesi sadece sıcaklık ile ilgili bir mesele değildir. Sıcaklık, basınç, atmosfer özellikleri gibi parametrelerin birbirleriyle olan etkileşimlerinin bir çarpanı sayesindedir. Dolayısıyla suyun kaynamasını şayet gerçekten bilimsel olarak açıklamak istiyorsak, bunu bu şekilde açıklayamayız.
Dikkat ettiyseniz, bir önermeyi kanıtlamayı çalışırken, önermenin kendisini de ayıklamak zorunda kaldık. Yanlışlanabilirlik burada bizi hem çürüttü hem de doğru yola soktu. Çürüttü çünkü, başlangıç çizgisindeki önermemiz hatalı çıktı. Doğruladı çünkü, artık birkaç yanlış daha biliyoruz ve bunları barındırmayan yeni önermeler yaratabiliriz.
Yanlışlanabilirlik ve Psikoloji.
Yanlışlanabilirlik, sadece yukarıda verdiğim şekilde net somut özelliklere sahip şeylerde kullanabileceğimiz bir şey değildir. Yanlışlanabilirlik ilkesi, soyut kavramlar üzerinde de çalıştırılabilir. Bu yüzden muhteşem bir buluştur. Şimdi aynı mekaniği soyut kavramlar olan psikoloji üzerinde çalıştıralım.
Psikolojide(klinik vakaları dahil etmiyorum, fazla hakim olmadığım bir alan), danışan terapist arasındaki ilişki, tamamen terapistin yorumuna bağlıdır. Bir terapisti uyguladığı tedavinin doğruluğu ve yanlışlığı hakkında yargılayamazsınız. Hatta bir terapist kendi kendisini bile yargılayamaz. Kendi yaptığı tedavinin doğru tedavi olup olmadığını kendisine de ispatlayamaz. Çünkü yukarıda belirttiğim su deneyinde olduğu gibi, psikolojik tedavi sürecinin içine farklı parametreleri ekleyip çıkararak tarafsız olarak gözlem yapamayız. Yani psikoloji(ve psikanaliz) yanlışlanabilir değildir. Bu sebeple terapi stratejilerinin doğruluğu ve yanlışlığı tarafsız bir gözlemci tarafından doğrulanamaz. Aşağıya iligli bir tweet bırakıyorum:
Burada Dilaney rumuzlu psikolog olduğunu tahmin ettiğim arkadaş, sonuna kadar haklı. Yukarıda anlattığım sebeplerden.
Yanlışlanabilirlik ve Marksizm
Şimdi de tıpkı psikoloji biliminin sahip olduğu zaaf gibi bir zaafa sahip olan bir diğer soyut kavrama dönelim. Şimdiki odağımız Marksizm.
Marksist teorinin özünde birkaç önemli iddia vardır. Bu iddialar; kapitalizm bir gün çökecektir ve bunu proleterya yapacaktır. Eninde sonunda marksizm küresel egemen sistem haline gelecektir.
Şimdi yukarıdaki su deneyinde yaptığımız gibi, bu iddiaya farklı bileşenler ekleyip test edelim. Bunu da soru cevap şeklinde yapalım.
Soru: Peki o zaman şimdiye kadar kapitalizm neden yıkılmadı? Marksizm ve sosyalizm oraya çıkalı uzun bir zaman oldu.
Marksist cevap: Çünkü kitle bilinci henüz oluşmadı. 100–300–500 sene gibi zamanlar tarihin tümünü göz önüne aldığımızda o kadar uzun süreler değildir.
Soru: Peki o zaman. Sovyet Rusya, Çin, Küba gibi pek çok ülkede marksist teori egemen güç haline geldi bir zamanlar. Şimdi neden güçleri zayıfladı, dönüştüler veya yok oldular.
Marksist cevap: Çünkü kitle bilinci yeterli değildi.
Görüldüğü üzere, tıpkı yukarıda örneğini verdiğimiz psikoloji örneğinde olduğu biri, marksizm’in öne sürdüğü iddiaların doğruluğunu ispatlamak imkansızdır. Aşağıda bu konuyla ilgili kısa bir video içeriği bırakıyorum.
Bir metaforla bitireyim. Yanlışlanabilirlik mekaniğini şu şekilde tarif edebiliriz. Gözlerinizin kapalı olduğunu düşünün. Elinizde bilmediğiniz bir nesne var. Bu nesneyi elinizle yoklayıp ne olduğunu anlamaya çalıştığınızı düşünelim. Bu amaçla nesnenin her yüzeyine mümkün olduğunca dokunmaya, yüzeyindeki girinti ve çıkıntıları elleyerek anlamaya çalışırsınız. Aşağı yukarı çevirir, mümkün olduğunca bu nesnenin her bir parçasına aynı anda temas etmeye çalışırsınız. Tüm bunları yaparken elinizin bir tarafı da nesnenin olmayan yerlerini işleme dahil eder. Yani nesneyi kavrayıp sınırlarını anlamaya çalışırsınız, nerede başlayıp nerede bittiğini kavramaya çalışırsınız. Nesnenin var olduğu yerler kadar, olmadığı yerler de bizim için önemlidir. Hem nesnenin varlığını, hem de yokluğunu deneyimler, bunları birleştirerek nihai bir yargı üretirsiniz. Yanlışlanabilirlik ilkesinin yaptığı şey tam olarak budur.