Tanrım beni affet!
Merhaba,
Bugün konusunda ileri gelen yogi bir arkadaşımla yaptığım bir sohbetin ardından, onun üzerinde bıraktığım etkiyi gözlemledikten sonra bu konu hakkında yazmaya karar verdim. Konumuz affetmek ve affın doğası, mekaniği. Başlığın açıklamasını en sonlara doğru yapacağım.
Affetmek medeniyet tarihinin önemli parçalarından birisidir. Gelmiş geçmiş neredeyse tüm dinler bağışlanma ve affedilme istenci üzerine kuruludur desek sanırım abartmış olmayız. Güncel dinler üzerinden kısaca örnekleyecek olursak; İncil’de İsa tüm hristiyanların günahını çekmiştir. Kur’an da şefaat ve tevbe denilen şeyler vardır, uzar gider. Buradaki ana mekanik günah yükünün bir başkasına devredilmesidir. İncilde bunu İsa yapar, Kur’an da Allah’ın kendisi bu sorumluluğu alır. Birey bu şekilde omuzlarındaki günah denilen pişmanlık yükünden kurtulur ve rahatlama yaşar.
Freud dinlerin kökeni isimli kitabında bolca işler bu konuyu, tavsiyedir.
Benzer mekanik de ikili ilişkiler arasında geçer. İkili ilişkiler arasındaki çatışmalarda taraflara birbirini affetme eylemi önerilir ve çözüm de genel olarak bu şekilde yaratılır. Ancak bu raddeden sonra ikili arasındaki ilişki asla eskisi gibi olmaz. Çünkü affetmek problemi çözmemiştir, sadece geçici bir rahatlama yaşanmış, enerjiler geçici bir süre deşarj edilmiştir. Ama çatışma halının altındadır, bunu herkes bilir.
Affetme eylemi genelde kısa süreli rahatlama yaşatır. Ama bu eylem defalarca tekrarlanmadığı sürece asla birey bu yükten kurtulamaz. O yüzden tanrıya sürekli dua etmeli af dilemelidir, çünkü o pişmanlık hissi bir süre sonra tekrar geri gelecektir. Birisini affeden birisi bunu kendisine tekrar tekrar hatırlatmak durumundadır. Çünkü ara sıra açılır o eski defterler ve istenmeyen düşünceler zorunlu olarak gün yüzüne çıkar. Çatışma sürekli halının altından çıkmaya çalışır.
Neden böyle oluyor peki?
Çünkü affederek bıraktığınız sandığınız o yük asla sizi terk etmiyor. Ufak bir dalgınlığınızda tekrar omuzlarınıza tırmanıp oturuyor ve size kendisini hatırlatıyor. Çünkü yük, sizin yarattığınız bir şey ve siz var oldukça o da var olacak. Yükten tamamiyle kurtulmanızın yolu onu anlamaktan geçiyor. Yükünüzü anlayabilmek için de onun varoluş sebebini tekrar yorumlamanız gerekiyor. Onun varlık sebebini düzgün anlayabilirseniz yükünüz de kendiliğinden çözülecek ve yok olacaktır. Yükünüzün beklediği şey sadece anlaşılmaktır, anlaşılmayı istemektedir, o kadar.
Bu nasıl mümkün olacak?
Hegel’in sevdiğim bir sözü vardır: “gerçek olan akla uygundur, akla uygun olan gerçektir” der. Ben de “her şey normaldir ve sadece normal olabilir” derim bunun üzerine, cümleyi biraz daha güncel jargona uydurarak. Yani yükünüzü yaratan şey her neyse, aslında normal bir şeydir, daha doğrusu normalin, doğanın dışına çıkamaz zaten. Siz normal olan bir şeyi hatalı yorumluyor ve olmayan bir şeyi “anormali” üretiyorsunuz. Bu yüzden sisteminiz hata veriyor. Bu yüzden affetmeler, af dilemeler o kadar da işe yaramıyor. Çünkü ürettiğiniz o yorum, o bilgi duruyor bir yerlerde, yaşıyor.
İlahi varlık sendromu
Bu da insanın kendisine yüklediği kutsallık vasıfları sebebiyle oluyor. Bu dinlerin zehirli meyvelerinden birisi, zehirli elma. Bir kişi sırf insan olduğu için x eylem kendisine yasaklanmıştır. Çünkü insan kutsaldır, tanrıdan sonra gelen en değerli varlıktır. Tanrı meleklerin liderinden bile daha üstün yapmıştır insanı!
Ancak eylemin yasaklanmış olması, insanın bastırdığı doğasını da değiştirdiği anlamına gelmez. İnsan da diğer canlılar gibi bir hayvandır ve yarattığımız ahlak estetiğine uymayan sayısız güdüleri vardır. Bu hayvan vahşidir ve bencildir ve bu negatif güdülerden birisini eylem haline getirebilir. Yani bir insanın vahşice veya bencilde bir şey yaptığı için onu affetmemiz ve öfke duymamız gerekmez, çünkü zaten doğası böyledir. Yine kendinizi koruyabilir veya vahşi insanları kısıtlayabilirsiniz, bu başka bir konu. Ama bunu yaparken öfke duymanıza gerek yoktur.
Öfkeniz yoksa affetmeye de ihtiyacınız yoktur, yani yükünüz de yoktur. O yüklerden ancak bu şekilde kurtulabilirsiniz. Doğayı, doğanızı kabul ederek, bilinçaltınıza işlemiş olan kutsallık kibrinden sıyrılarak. Ben “ilahi varlık sendromu” diyorum buna ve çoğu psikolojik problemin kökeninde de, sadece bu dini evrimsel edinimin, bu zehirli elmanın olduğunu düşünüyorum.
Biraz da affetme eyleminin ikili ilişkiler üzerinde etkisine, öncesine sonrasına değinecek olursak; affeden kişi, affetme eylemiyle birlikte kendisine bir yücelik vasfı yükler ve kendisini affettiği kişinin üzerinde konumlandırır. İlişki arasındaki eski denklik artık bozulmuştur. Affedilen bunun utancını ezikliğini hisseder, affeden kişi de bundan zevk alır. Bu affetme eylemini yaratan kabahatin bedelidir. Affedilen eziklik yaşamalı, affeden de affettiği için yücelik zevkini tatmalıdır. Affın ekonomisi böyle işler. Aradaki ilişki, artık bir ast üst ilişkisidir ve ilişki bir daha asla eski haline gelemez.
Gelelim başlığın açıklamasına. Bu ayrıca inandığınız dinin ne kadar gerçek ne kadar yalan olabileceği hakkında da fikir verecektir. Tahayyül ettiğiniz gibi bir tanrının var olduğunu varsayıyorum.
Bu koskoca evreni, dünyayı ve sizi yaratan tanrı, bu yukarıda yazdıklarımı pekala biliyordur ve bunların farkındadır. Dolayısıyla tanrınız için her şey zaten normaldir. Affedilmeye ihtiyacınız da yok, çünkü yaptığınız şey tanrı için normal olan şeyler. Tanrınız, en iyimser ifadeyle canı sıkılıp sesinizi kısacaktır siz kendisinden af dilerken.
Tanrının yazdığını iddia ettiğiniz kitaplarda da tanrının affediciliğinden bahsediliyorsa üzerinde tekrar düşünmenizi öneririm, zira o kitap insan icadı olabilir. Çünkü yukarıda da bahsettiğim üzere, tanrınız size kızmaz öfkelenmez, çünkü yapacağınız her şey kendisi için de normaldir. Bu yüzden sizi affetmesi veya suçlaması için de bir sebep yoktur.