Yanlışlanabilir Tanrı
Merhaba,
Bu yazımda yanlışlanabilir bir tanrısal anlayış önermek ve bu yargıya nasıl ulaştığımdan bahsetmek istiyorum. Ancak yanlış anlaşılmak da istemiyorum, amacım peygamberlik filan değil. Zaten buna gerek de yok. Özel birilerinin erişip diğerlerinin bunu yapamadığı bir tanrı inancı biraz saçma ve doğaları gereği yanlışlanamazlar, bunlar klasik teolojidir. Benim amacım bu değil.
Bir din, şayet gerçekten varlığını kanıtlaması gerekiyorsa, bunu aracı koymadan yapmalıdır. Bireyler bunu sözüm ona kutsal metinleri okuyarak değil, söylenilenleri deneyimleyerek, doğrulayarak ulaşmalıdır. Bu din, bilim ile çatışma içinde olmamalıdır, en önemlisi yanlışlanabilmelidir. Ancak böyle bir din, klasik teoloji sınıfında olmaktan kurtulabilir.
Ben bu yukarıdaki koşulları yerine getirebileceğimi ve bu sebeplerden sizi bizzat tanrının kendisiyle tanıştırabileceğimi düşünüyorum.
Tanrısalın tarifi
Doğayı yaratan bir şeyin(bir tanrının), hem doğayı içermesi hem de doğayı dışlayan bir tarafı olmalıdır. Bu sayede kendisi gerçekten “üstün” bir varlık sınıfında sayılabilir ve kendisine tanrısallık atfedebiliriz. Din kitaplarında tarifi yapılan tanrılar sadece doğaldır. Ben sahteliğe inanmam, Hegel’ci bir bakış açısıyla değerlendiriyorum buradaki meseleyi. Bir şey varsa o gerçektir ve doğaldır. Hegel’in kendi lafıyla: “Gerçek olan ussaldır, ussal olan gerçektir”. Bu yüzden tüm din kitaplarında tarifi yapılan tanrılar, mitolojik tanrılar vb. bunların hepsi ussaldır, yani akla mantığa uygundur. Çünkü doğaldır. Doğa’da bir şey, bir olgu var olduysa onun mutlaka bir açıklaması vardır. Yani bu tip tanrıların hepsi gerçektir, çünkü doğaldır.
Tanrısalın ölçütü
Bir doğaüstü(tanrısal) varlık ararken bir ölçü aletiyle doğadaki her şeyi ölçebilirsiniz. Bu ölçüt ise ekonomidir(cansız varlıklar için deterministik ekonomi, canlılar için hayat ekonomisi). Evrende, doğada istisnasız var olan her şey, hatta düşünceler bile, bu ölçütle ekonomiye indirgenebilir. İnsan da dahil tüm canlı varlıklar her şeyi yaşamak ve üremek için yapar, bu yaşam ekonomisidir, Freud’un tüm yaptığı aslında bir ekonomik sistemin açıklanmasıdır. İşin cansız varlıklar tarafına girdiğimizde yine muazzam bir deterministik nedensellik ağı vardır. Bir şey başka bir şeyi etkiler, bir dönüşüm varsa bir etki mutlaka vardır. Yani bu da bir tür ekonomidir. Evrendeki her şey kocaman bir ekonomidir.
Dolayısıyla bir doğaüstü(tanrısal) bir varlık bulduğumuzu düşündüğümüzde ilk bakmamız gereken şey, bulduğumuz varlığın bu anlattığım ekonomik sistemlere olan bağımlılığıdır. Bulduğumuz şey ekonomik sisteme bağımlıysa o tanrısal veya doğaüstü olamaz, sadece doğal olabilir.
Ancak bulduğumuz şey, ekonomiye indirgenemezse, o şey doğanın içindeki, doğaya bağımlı olan doğal değildir. O şey doğaüstüdür, o şey tanrısaldır. Üst başlıklarda anlattığım sebeplerden saf sevgi de bu özelliklere sahip bir varlıktır. Aşağıda detaylara ineceğim.
Doğal Sevgi
Sevginin doğal olan ve doğayı aşan iki formu vardır. Doğal formu sayesinde üreme güdüsü vardır, canlı hayat popülasyon gelişir. Doğayı aşan formu ise doğal formunun bir üst versiyonu gibidir, hem onu içerir hem de çok daha fazlasıdır. Aşağıda ikisinin arasındaki farka değineceğim.
Pek çok farklı örnek verebiliriz, ebeveyn çocuk ilişkisi, hayvan sevgisi, arkadaşlık ilişkileri vb. Hepsi ayrı ayrı incelenmesi gereken olgular. Ben sadece iki kişi arasında yaşanan duygusal aşk olgusuyla ilerlemek istiyorum. Çünkü bunu hem anlatması, hem anlaşılması daha kolay.
Kısaca örnek bir aşkın pozitif yönlü bir tarihini betimlemek istersek: “Bir kişiye aşık olursunuz, onu seversiniz, evlenirsiniz, çocuklarınız olur. Sevgi yoğunluğunuz önce partnerinize, ardından çocuklarınıza aktarılır.” Çünkü doğanın istediği budur.
Şimdi bu pozitif hikayeyi biraz bulandırayım. Farz edelim bir şey oldu ve partnerinizle olan ilişkiniz zarar gördü. Bu durumda en iyimser ifadeyle üzülür veya korkarsınız. Partnerinizi diğerlerinden kıskanmaya başlarsınız. Çünkü doğa her zaman hazır bir potansiyelin korunmasından yana tavır koyar, hiçbir zaman riske girmek istemez. Bunun için yaşadığınız aşk ile birlikte size kuvvetli bir sahip olma güdüsü yükler. Bu güdü sebebiyle aşk acısı çekeriz, arabesk dinleriz kıskanırız vb. Bu güdü özünde yaşanılan şiddetli bir narsizm dışavurumundan başka bir şey değildir. Aynı güdü sadece iki kişi arasında yaşanan duygusal ilişkiye de indirgenemez, başlığın ilk paragrafında bahsettiğim tüm ilişki türleri için geçerlidir.
Doğayı aşan Sevgi
Sevginin bu formu doğanın kendisinden çok kendi kendisine hizmet eder. Eylemleri üzerinde doğanın bir baskınlığı önemli bir ölçüde yok edilmiştir. Bu yüzden narsizm gibi destekleyicilere ihtiyaç duymaz. Yaratılması da artık doğal bileşenlere bağlı değildir.
Bu konuyu açayım biraz; Hepimizin az çok bildiği ve deneyimlediği aşk duygusunun oluşması ve korunması belli doğal bileşenlere ihtiyaç duyar. Mesela doğada bir şekilde aşık olacağınız birisini bulmanız gerekiyor, yani aşk nesnesini. Aşk nesnesiyle aranızdaki bağı kurduktan sonra yine işiniz bitmiyor, bu kez bu bağı korumak için durmak bilmeksizin çalışmanız gerekiyor. Bu duygunun var olmasını sağlayan doğal bileşenleri korumanız ve desteklemeniz gerekiyor. Üreme güdüsü biraz da bunun için var olan bir şey. Şayet bu çalışmaların herhangi bir yerinde yeteri kadar çabalamazsanız aranızdaki ilişki zarar görür ve aşk çöker. Ardından bu duygu yok olur. Aşkın bu özellikleri sebebiyle doğayla arasında kuvvetli bir nedensellik bağı vardır. Destekleyici doğa yoksa aşk da var olamaz.
Ancak birisini sadece var olduğu için sevdiğinizde ilişkiyi özgürleştirdiğiniz gibi tüm bu yüklerden de kurtulursunuz, artık doğanın getireceği aşk malzemelerine çok daha az ihtiyacınız vardır. Yaşadığınız aşk duygusu da bu sebepten Narsizm’den arınır, daha huzurlu, daha stabil ve durgun bir forma ulaşır. Bu seviye kanıksandığında artık aşk duygusunu yaratmak için doğanın çok özel birisini karşınıza çıkarmasına da gerek yoktur. İstediğiniz herhangi bir kişiye aşık olabilirsiniz. Ayrıca sevginin bu formu doğal sevginin sahip olduğu tüm yetenekleri hala taşımaya devam eder. Bu yüzden bir üst versiyon gibi değerlendirmeyi daha uygun gördüm.
Bahsettiğim saf sevgi de bir tür patoloji değil, zira patolojik vakalar da ekonomiktir. Hepsini, tüm patolojik vakaları yaşam ekonomisiyle yorumlayabilirsiniz.
Ölçütün yanlışlanarak doğrulanması
Buraya kadar uyguladığım yöntem, metodoloji, şimdiye kadar bulunmuş olan en iyi bilimsel ispatlama yöntemlerinden birisine, yani Karl Popper’in yanlışlama kuramına da uygundur.
Örneğin Freud ve Psikanaliz bilimi en çok bu taraftan vurulur ve saldıranlar haksız da değillerdir aslında. Çünkü psikanaliz büyük ve etkileyici bilim dallarından birisi olmasına rağmen yanlışlanabilir değildir. Bu yüzden istediğiniz gibi uçar kaçabilir, herhangi bir vakayı, bir insani düşünceyi istediğiniz psikanalitik bir çıktıya göre yorumlayabilirsiniz(tıpkı klasik dinler gibi). Sizi doğrulayacak veya çürütecek bir metodolojisi yok çünkü. Bu yüzden psikanaliz de kendi içinde farklı farklı fraksiyonlara ayrılmıştır. Ama taraflardan hiç kimse bir diğerini çürütemez, hepsi o yanlış bu doğru gibi şeyler söyler.
Bence bunun çaresi de, yani psikanalizin yanlışlanabilme yeteneğini kazanmasının yolu, yukarıda yaptığım şekilde psikanaliz modelini ekonomiye, yaşam ekonomisine uyarlamaktan geçiyor. Bunu zaten yapıyor psikanaliz aslında, yani olayı bu, ama ilgili arkadaşlar bu durumun yeterince farkında değiller gibi görünüyor.
Yanlışlama çoğu kere bir tür kesin çürütülme gibi yorumlansa da, bu teorinin iyi bilinmemesi sebebiyle oluşan bir hatadır. Yanlışlama esasen doğrulamanın kendisine hizmet eder. Ben de üst paragraflarda doğal sevgiyi ve evrendeki her şeyi ekonomiye indirgedikten sonra, bu indirgemeyi sevginin başka bir fazı sayesinde bozuyorum, bu tezimi yanlışlıyorum. Ancak bu tezlerimin hiçbirini aslında çürütmüyor, aksine onları sağlamlaştırıyor.
Başka kimler ne demiş?
Bu tür sevgileri tarif eden ilk ben değilim tabii ki. Ancak diğerlerinin katılmadığım tarafları bu sevginin tarifini yaparken halihazırda var olan bir inanç ile sentezlemek istemeleri. Bence buna gerek yok ve bu hayati bir yanılgı. Mevlana, Yunus Emre gibi kişilikler bunu İslam ile sentezler, uzak doğu filozofları Buda ile sentezler vb. uzar gider bu liste. Ancak tüm bunların sebebini de anlayabiliyorum. Çünkü burada yaşanan gerçek bir deneyim var, doğaüstü olabilecek deneyim var. Bunu halihazırda var olan bir Tanrı inancını desteklemek amacıyla kullanmaları gayet anlaşılabilir. Burada bir de trajedi yatıyor aslında. Bir maraton koşucusunun bitiş kurdelesine ulaştığında yolunu değiştirmesi gibi.
Not: Ancak bunların arasında sevgi&din sentezini diğerlerine göre görece minimumda tutabilmiş öğretiler var. Bunlardan birisi de Kabala. Konunun üzerine daha fazla gitmek isterseniz bu kaynakları okuyabilirsiniz. Çünkü bu derin bir konu ve burada sadece kısa bir özet var.
Bir diğer yorum da Freud’a aittir. Freud ölüm hakkındaki fikirlerini açıklarken 1. derece genç akrabaların aile içindeki yaşlıların bilinçaltlarında içten içten ölmelerini istediklerini ve ölüm gerçekleştikten sonra da bu yüzden vicdan azabı çektiklerini iddia eder. Ancak vicdan azabının varlığını açıklayamaz. Freud’a göre bunun, yani ölüm sonrası vicdan azabının olmaması gereklidir. Ki kendisi de babasının ölümünün ardından aynı şeyleri yaşamış ve içeriğinde kendi babasına da ağır ithamlarda bulunduğu bazı önemli teorilerini güncellemiş veya geri çekmiştir.
Burada Freud’un sebebini açıklayamadığı vicdan konusu da bence saf sevginin bir başka varyasyonudur. Ölen aile bireyi artık hiçbir şey yapamayacağı için ona karşı duyulan sevginin formu değişir. Bu seviyede sevgi varlığını doğal sevgi olarak sürdüremez, çünkü tarafların birisi artık doğanın dışındadır, ama sevgi varlığını sürdürüyordur. Bu sebeplerden yükselen sevgi formu geçmiş anılarla, kendisini bir önceki fazıyla yani doğal sevginin kendisiyle çatışır. Freud’un sebebini açıklayamadığı vicdan azabının sebebi bence budur.
Ancak bu saf sevgi formu tamamen erişilebilir ve kavranabilir değildir. Mesela ne yaparsanız yapın sevginizi içeren bir konu hakkında narsistik güdüler sebebiyle üzülebilirsiniz veya sevgilinizi kıskanabilirsiniz. Bunun bir çaresi yoktur. Çünkü biz tanrı değiliz ve doğanın bizim üzerimizdeki etkisi hala çok baskın. Ama ona kısmen de olsa yaklaşabilirsiniz, onu deneyimleyebilir ve hissedebilirsiniz. Bu gerçeklik, bu deneyim de saf sevgiyi diğer tüm tanrılardan ayıran şeydir.
Saf sevgi, doğanın içindeki doğaüstü olandır. Bir tanrı varsa, bu sadece doğayı aşan saf sevginin kendisi olabilir.