Hayatın Anlamı Nedir?
Merhaba,
Bu yazımda biraz popüler felsefe yazayım istedim. Hayat ve anlam ilişkisi benim hemen hemen tüm teorilerimde çok önemli bir yere sahip olan bir kök mekanik. Ama bu içerikte bu konulara hiç girmeden son okuyucu olan sizlere hitap edecek şekilde, hafif ama derin, herkesin kendinde bir şeyleri bulacağı okuması kolay bir içerik hazırlamayı planlıyorum.
Neden Hayatın Anlamını Ararız?
Tarihin başından bu yana çeşitli düşünce akımları bu soruyu cevaplamaya çalışmıştır. Nihilizm gibi akımlar aslında bir anlama ihtiyacımızın olmadığını, her şeyin yaşamaktan ibaret olduğunu öne sürmüşlerdir. Teoloji ve dinler ise bu hayatın esasında bir test aşaması olduğunu ileri sürmüş ve asıl hayatın yaşanabilmesi için bu testleri başarıyla geçmemiz gerektiğini ifade etmişlerdir.
Anlamın ne olabileceğine dair bir araştırma yaparsak, yukarıda verdiğim örnekler gibi sayısız örneklerle teorilerle karşılaşırız. Herkes kendi perspektifine göre bir anlam üretmeye, bu soruyu cevaplamaya çalışır.
Ancak biraz daha geriye gider ve hayata neden anlam yüklemek istediğimiz konusunda bir araştırma yaparsanız pek kimseyi bulamazsınız. Burada daha çok sanatçılar vardır ve anlattıkları şey de aslında konuyla dolaylı yollardan ilişkilidir. Antik Yunan Tregadyaları gibi. Sanatçılar hariç kimse bu soruyu pek merak etmez, o yüzden bir şey bulamazsınız. Belki biraz Freud, ama o da yine şairane ifadeler kullanır, yani sanatçıların yarattığı kültüre yaslanır.
Oysa, “hayatın anlamı nedir?” sorusuna bir cevap verebilmemiz için önce biraz daha geriye gitmemiz ve bu sorunun neden ve nasıl meydana geldiğini net olarak anlamamız gerekiyor.
Neden kısacık hayatımıza bir anlam katma ihtiyacı hissediyoruz? Doğanın bize bahşettiklerini doyasıya tüketmek varken neden kendimizi böyle bir stresin altına sokuyoruz? Bu motivasyonumuzun altındaki şey ne olabilir?
Bu soruların cevaplarını bu kitabımda teknik olarak uzun uzun anlatıyorum, ama burada daha çok bu teknik konuları dışlamayan soyut açıklamalar yapacağım.
Anlam arıyoruz çünkü;
Gelip geçici olmaktan, bir hiç olmaktan ölesiye korkuyoruz. Ölümü de kabullenebiliriz, ancak varoluşun içinde en azından kalıcı bir iz bırakmama tehlikesi karşısında dehşete düşüyoruz. Çünkü varlığımızı idrak edebiliyoruz ve bu varlığımızın bu kadar değersiz olmasına karşı geliyoruz, bunu reddediyoruz. Varoluş mekaniği içinde bir hayvanla bir böcekle aynı role sahip olmamızı kabullenemiyoruz. Doğanın adalet sistemine karşı çıkıyoruz.
Bir metaforla örneklendirmemiz gerekirse, doğa tanrıysa şayet, biz de onun şeytanlarıyız. Doğa tanrının dağıttığı adalete, bizim için biçtiği role karşı çıkıyoruz ve isyan ediyoruz. Sonuç olarak da anlam arayışı ortaya çıkıyor. Bu da kaçınılmaz olarak böyle olmak zorunda. En az insan kadar kendi varlığının bilincinde olan, öz farkındalık sahibi canlı cansız tüm varlıklar aynı soruyu üretmek zorunda. Buradan gerisi teknik bir konu olduğu için burada bırakıyorum. Dediğim gibi yukarıdaki linkini verdiğim kitabımda yeterince teknik detay mevcut.
Gerçek Anlam Nedir?
Şimdi geldik bir önemli meseleye daha. Hayatımızda arayacağımız gerçek anlam ne olmalıdır? Hangi şeyi yaparsak hayatımıza olması gerektiği gibi bir anlam katabiliriz? Gerçek anlama ulaşmak için ne yapabiliriz?
Bu sorunun cevabı tamamen varoluşun içinde kendinize biçtiğiniz rol ile, kendinize verdiğiniz değer ile ilişkili bir meseledir. Adı üstünde bu bir başkaldırı, bir isyan. İsyan ettiğimiz doğanın bizden üstün olduğunu ve eninde sonunda yenileceğimizi biliyoruz. Ama zaten isyanın doğası bu, neredeyse tüm isyanlar böyledir.
Ancak isyan etmeseniz bile doğa ihtiyacınızın farkındadır ve tıpkı diğer canlılar gibi size bir anlam verir. Bu anlam üreme ve çoğalma güdüsüdür. Ürediğiniz zaman, çocuğunuz olduğu zaman rahatlarsınız, kendinizi gerçekleştirdiğinizi hisseder ve bunun mutluluğunu yaşarsınız. Doğayla da barışırsınız, çünkü en azından elinizde bir şeyler vardır. Belki varoluşa istediğiniz gibi bir iz bırakamamış olabilirsiniz, ama çocuğunuz vasıtasıyla bu potansiyel siz öldükten sonra da devam edecektir.
Yukarıda Freud’a yaptığım eleştirideki eylemin aynısını yaptığımı fark ettim burada. Yani biraz sanata yaslanıyorum sanki. Kader kısmet (:
Doğanın dağıttığı adalete ne kadar karşı koyarsanız doğa sizi o kadar acı verir ne kadar kabullenirseniz o kadar hayatınızı yaşanılır hale getirir. Ama doğa asileri sevmese de onların yollarını da tamamen kapatmaz. Çünkü evrim mekaniği böyle çalışır.
Şimdi benim gibi doğanın verdiği anlamı yetersiz bulanlara gelelim. Bu insanlar da kendi idrak yeteneklerine göre, isyanın getirdiği özgürlükle birlikte kendilerine biçtikleri varoluş rolüne göre hedefler oluşturur ve bu hedefler de anlamı üretir. Bu kimisi için kariyerdir, kimisi için etkidir, kimisi için sevgidir, kimisi için vatan milllet sevgisidir, kimisi için hayvan sevgisidir. Bunların hepsi aynı şeydir ve aynı amaca yani isyana hizmet eder. Yani anlamı oluşturur ve isyanı yaşatır.
Ancak yine de bu amaçların arasında bir ölçüm yapmaya ve değer sıralaması yapmaya kalkarsak, anlamlara evrensel olabilecek değer parametreleri yüklemek istersek, böyle bir ölçüm de mümkün.
Anlamın Ölçümü
Doğanın size sunduğu anlamın dışındaki, sizin ürettiğiniz anlamın değeri kapsayıcılıyla ölçülebilir. Yani hedefiniz ne kadar kapsayıcıysa o kadar değerlidir. Ancak anlam ters orantıda doğa sizi o kadar zorlar, o kadar direnç gösterir, o kadar trajedi potansiyeli barındırır. Amaç akademik kariyer olabilir, kitaplar yazmak olabilir veya bir ülkeyi daha iyi duruma getirmek olabilir. Veya benim gibi küresel ekonomik sistemi ve devletçilik yapılarını yıkıp yeniden yapmayı, tüm savaşları ve kıtlıkları yok etmeyi hedefleyebilirsiniz.
Hepsi değerlidir bunların, hepsi kapsayıcıdır. Ama verdiğim örneklerde son örnek hedefin açık ara daha kapsayıcı olduğu anlaşılıyor.
Anlamın Sürekliliği ve Değişimi
Unutmamak gerekir ki, hayatın anlamı statik bir kavram değildir. Zamanla, deneyimlerimizle ve öğrendiklerimizle birlikte evrilir. Bugün bize anlamlı gelen bir şey, yarın önemini yitirebilir veya daha derin bir anlama dönüşebilir. Şayet açık zihinli birisiyseniz belli bir yaşa kadar kadar sürekli değişirsiniz, sürekli fikirleriniz değişir. Olgunlaşmak böyle bir şeydir.
Tavsiyem hatalarınızdan korkmak utanmak yerine kendinizle dalga geçin, hatalarınızla barışın. Diğer türlü tam olarak olgunlaşamaz aydın birisi olamazsınız. Ben bir ara dinciydim, bir ara koyu milliyetçi, bir ara solcu (: bu dediğim aralar da 5–10 yıllık periyodlar. Gülüyorum hatırlarken o anıları. Ama oralardan geçmeseydim şimdiki ben de olamayacaktım muhtemelen. Çünkü dincilerin içindeyken o grubu çok iyi tanıdım ve anladım, milliyetçilerin içindeyken milliyetçileri, solcuların içindeyken de solcuları. Fakir bir aileden geldiğim için en alt takakayı da tanıyorum, bir süredir milyon dolarları bulunan zenginlerle içli dışlı olduğum için en üst tabakayı da tanıyorum.
Tüm bunların sentezi sayesinde kendi topluluk yönetimi ve siyaset felsefemi yani Modern Anarşizm’i geliştirebildim, bu tecrübelerim sayesinde.
Geldik bir yazının daha sonuna. Herkesin 29 Ekim Cumhuriyet bayramını şimdiden kutluyorum. Ara ara kutlamalar yapmak haricinde, Cumhuriyetin özgürlüklerin değerini daha iyi bildiğimiz günleri görmek dileğiyle..