Hayattan neden adalet bekleriz?
Eskiden sıklıkla benim de düştüğüm hezeyanlardan birisidir bu, hayatın adalet anlayışı. Kendimizi başkalarıyla kıyaslarız ve ortaya adaletsiz bir durum çıkar. Bir konuda birçok kişiden daha iyi olmamıza rağmen o vasatlar daha fazla o işin ekmeğini yemektedir. Bir şeyi diğerlerinden daha fazla hak ettiğimizi düşünürüz, ama beklediğimiz gibi değildir içinde bulunduğumuz durum. Ardından bu duruma sinirleniriz ve hayatın kendisine kızarız.
Benim odaklanacağım konu bu yargının nedenselliği olacak. Hayat bilinçsiz doğanın kendisidir. Buna rağmen neden onu en az kendimiz kadar akıllı, adil ve ahlaklı birisi gibi değerlendirip hayatın kendisine karşı neden saçma bir tavır alıyoruz acaba? Bu şeye benziyor, büyük bir taşa neden yolunuza çıktığı için onu ahlaksızlık ve kötü niyetle suçlamaya.
Bu dinlerden miras aldığınız bir evrimsel mekanik olabilir. Dinlerde sürekli iyilerin ödüllendirildiği, kötülerin belasını bulduğu hikayeler duyarız. Ancak yaşadıklarımız bu hikayeleri desteklemezse aslında din kültürü üzerinden Tanrıya kızarız. Ama yine dinlerdeki Tanrı korkusu tabusu sebebiyle bu öfkemiz Tanrı’nın kendisine değil de, başka bir şeye, bize zarar veremeyeceğinden emin olduğumuz bir şeye yönelir.
Doğanın bilinçsiz olduğunu pekala biliriz, ama Tanrıya isyan etmekten de ölesiye korkarız. Çünkü bunu yaptığımız zaman tanrıyla çatışmaya gireriz ve bu çatışmanın potansiyeli bizi korkutur. Ama doğanın bilinçli olmadığını bildiğimiz için, hayatın kendisine istediğimiz kadar gömebiliriz.