Gerçek Olan Rasyoneldir, Rasyonel Olan Gerçektir
Merhaba,
Bu içeriği başlıkta verdiğim Hegel sözüne ve bu sözün taşıdığı potansiyele ayırmak istedim.
Bu içerik daha önce önce yayınlamış olduğum iki içeriğin birleştirilmiş ve güncellenmiş halidir. Böyle daha iyi oldu.
Hegel felsefesinin bir çok yerinde, kendi icadı olan diyalektik yöntemle sadece bu cümlenin ispatını anlatır diyebiliriz. Zaman dahil her şeyi kapsama alanına alan içkin bir döngü vardır. Her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır, hiçbir şey dışarıda ve bilinmez değildir.
Ben bu içerikte daha çok “gerçek olan rasyoneldir, rasyonel olan gerçektir” lafıyla çok yakından ilişkili olduğunu düşündüğüm, öfke ve psikolojik travmalar meselesine odaklanacağım. Bu olguların bilgi işleme ile aralarındaki kuvvetli bağımlıklardan bahsedeceğim.
Öncelikle kısaca öfke duygusunun mekaniği nasıldır, hangi şartlarda oluşur buna değineceğim. Tüm öfke duyguları için aynı olabilecek bir patern inşaa etmeye çalışacağım;
- İlk seviyede toplanan bilgiler derlenir, yorumlanır.(örn: birisi sizin hakkınızda dedikodu yapmıştır)
- İkinci seviyede derlenmiş bilgiden adaletsizlik çıktısına erişilir.(yani dedikodu eylemi doğru değildir ve adaletsizdir sonucu çıkar.)
- Üçüncü seviyede bu adaletsizlik çıktısı öfkeyi yaratır.
Öfkenin her türü istisnasız bu şekilde inşaa edilir. Adaletsiz olduğunu düşünmediğiniz bir şeye öfkelenemezsiniz.
Burada Hegel’in “gerçek olan rasyoneldir, rasyonel olan gerçektir” sözü bizi önemli bir yol ayrımına götürüyor. Çünkü bir şey rasyonelse, akla uygunsa, hiçbir şeyin adaletsizlik barındırmaması gereklidir. Rasyonel olan aynı zamanda adil olmak zorundadır.
Hegel haklıdır. Yaşanan bir çok problemin kökünde de, bireylerin bu cümlenin anlatmak istediği özdeşliği kuramaması yatar. Öfke duygusunun kaynağı da sadece budur. İrrasyonel olarak algılanan eylem adaletsizlik duygusu oluşturur, bu da öfkeye evrilir. Yukarıda anlattığım üzere öfke düşünceleri istisnasız olarak bir adaletsizlik duygusuna ihtiyaç duyar. Adaletsizlik duygusu da bilginin hatalı işlenmesi sebebiyle oluşan bir hatalı yorumdan ibarettir.
Eylem ile rasyonalite ilişkisinin doğru bir şekilde kurulması durumunda, eyeleme ait enformasyon doğru yorumlanması durumunda, ortaya bir adaletsizlik duygusu çıkmaz, çünkü rasyonel aynı zamanda adil olmak zorundadır. Dolayısıyla bilgi doğru işlendiğinde öfke duygusunun yaratılması için de bir sebep de yoktur.
Örneğin zorbaların iktidar olması, insanlara zulüm etmesi, çalması çırpması akla uygundur, rasyoneldir. Rasyonel olduğu için adildir. Mücadele tabii ki edilmelidir, ancak bunun için öfkeye gerek yoktur. Aksine öfke, yarattığı irrasyonel hatalı kavramlar sebebiyle mücadelenin kendisini etkisizleştirir.
Burada; “Peki adaletsiz olan bir şey yoksa, her şey akla uygunsa, zulüm gören insanların -adalet- mücadelesi anlamsız mıdır?” diye sorabilirsiniz.
Bu görelidir, çünkü “adaletsizlik” kavramı hatalı da olsa yaratılmıştır. Hatanın özü her ne kadar çürük olsa da, gerçeğin karşısında yenilmeye mahkum olsa da kendisi de bir rasyonelitedir. Adaletsizlik duygusu da gerçek olduğu için, var olduğu için akla uygundur. Akla uygundur çünkü; insanın bilgi işleme yeteneği maruz kaldığı bilgileri düzgün yorumlayabilecek kadar gelişmiş değildir, verileri düzgün yorumlayamaz, ilkeldir. Bu sebepten asla olamayacak bir şeyi, adaletsizlik duygusunu yaratır.
Ama kavramın kendisini çürüttüğünüzde yarattığı mantık da onunla birlikte yok olur. Ortada sadece bir çatışma, bir savaş kalır. Mesele adalet değildir, kimin daha kuvvetli olduğudur. Şayet birileriyle savaşmak istiyorsanız öfke dostunuz olamaz, çünkü öfkenin kökü yukarıda anlattığım üzere hatadır, ayrıca enerjinizi sömürür.
Psikanaliz ve Rasyoneline
Daha mikro seviyelere inersek, öfke üzerinde verdiğim önermenin kuralları burada da geçerlidir. Birisine herhangi bir şekilde öfkelenmeniz, eylem ve rasyonalite bağlantısı konusunda başarısız olduğunuzun, veya yeterince içselleştiremediğinizin bir ispatıdır.
Freud ve Psikanaliz bilimiyle ilgili diğer tüm ileri gelen bilim insanlarının istisnasız hepsi; Problem öfke olsun veya başka bir şey olsun fark etmez, tedaviyi uygularken önce travma yaratan anıyı tespit eder, travmanın mekaniğini çözer ve neden sonuç ilişkisini kurar. Ardından travmatik anıyı rasyonel hale getirebilmek için çabalar. Travmalar rasyonel hale geldiğinde tedavinin kalan tarafı sadece bu eylem ve rasyonalite özdeşliğinin danışan tarafından içselleştirilmesinden ibarettir. Tedaviyi uygulayan uzman artık sadece bunun için çalışır. Bu aktarım başarılı olduğunda da tedavi sona erer. Çoğu psikolojik tedavi süreci(içeriğinde ilaç tedavisi olmayan) kabaca bu adımlardan oluşur.
Dolayısıyla birçok psikolojik problemin kökeninin sadece bu özdeşlik problemi olduğunu elimiz çok sağlam bir şekilde iddia edebiliriz.
Güncelleme: Reddit üzerinden gelen geri bildirimler sebebiyle içeriği biraz daha zenginleştirmem, psikanaliz ve Hegel’in cümlesi arasındaki bağlantı hakkında biraz daha detay vermem gerektiğine karar verdim. Freud’un kitaplarında yazdığı bir vaka üzerinden gideceğim:
Freud’un histerik bir kadın danışanı vardır. Bu kadın ergenlik dönemlerinde bir defasında annesi ve babasını seks yaparken görmüş ve bir anlığına annesinin yerinde olmak istemiştir. Ancak daha sonra bu düşüncesi karşısında dehşete kapılmış ve bu travmayı bilinçdışına itmiştir. Bu düşünce bilinçaltındaki her isyanında kadın, Freud’un yer değiştirme olarak ifade ettiği, ondan, yani bastırılan eylemden daha az kötü eylemler yapılması suretiyle patolojilerle kendisini bilinç düzeyine çıkarmıştır.
Bu vaka için benim yorumum şöyle. Danışan düşüncesini rasyonelize edememiş ve yoğun suçluluk duygusuna kapılmıştır. Bunu rasyonelize etmesinin tek yolu onu unutmasıdır. Ancak bunu da yapamaz. Freud’un yer değiştirme mekaniğiyle ondan daha az kötücül faaliyetler yaparak isyanı dağıtmış bulanıklaştırmıştır. Travmatik faaliyeti kendince daha fazla rasyonel hale getirmiştir. Ancak bu geçici bir bulanıklıktır. Danışan kök travmatik faaliyeti rasyonelize etmediği sürece bunu ömrü boyunca tekrarlamak zorundadır.
Yukarıdaki parağraflarda da ifade ettiğim şekilde, psikanalitik tedavinin iki ana aşaması vardır. Birincisi bilinçdışına itilmiş travmatik vakaya ulaşmak, Freud’da bunu serbest çağrışım yoluyla yapmıştır. İkinci aşama ise bu travmatik faaliyeti rasyonelize etmek, akla uygun hale getirmektir. Freud da tedaviyi bunu kök travmanın danışan tarafından rasyonalize edilmesini sağlayarak çözmüştür. Bunu da, böyle düşüncelerin aslında normal olduğunu danışanına açıklayarak, bu bilgiyi kanıksatarak yapmıştır.
Tedaviler sonunda danışan, var olan ama rasyonelize edemediği ve bu yüzden histeri krizlerine sahip olduğu bir travmatik etkinliğin, Hegel’in dediği gibi akla mantığa uygun olduğunu idrak etmiş ve bu sorunlarından bu şekilde kurtulmuştur.
Hegel ve Psikanaliz
Yukarıda travmaların Hegel’in “gerçek olan rasyoneldir, rasyonel olan gerçektir” deyişiyle aralarında olan bağlantıya, nedenselliklere değindim. Yine aynı yoldan ilerleyeceğim, ancak bu kez tam tersi yönden geleceğim.
İnsan tarafından, hatalı yorum, hatalı bilgi işleme sebebiyle çıktıları rasyonel hale getirilemeyen etkinliklerin nasıl bir süreçten geçtiklerini, kendi içlerindeki evrim aşamalarını yukarıda anlatmıştım. Bu kez yukarıda verdiğim tanımlara uyan ve bilinçaltına itilen bir irrasyonel bilginin davranışlarını incelemek istiyorum.
Hiç düşündünüz mü, bilinçaltına itilen bilgi neden insanı rahatsız eder? Bilinç seviyesinde olmayan bir bilgi bir travma nasıl bir şekilde yaşamaya devam eder? Bir şey olmuş ve unutmuş gitmişsin. Bu nasıl bir sihirdir ki o unutulan travma kendini farklı farklı şekillerde bilinç düzeyine çıkartır?
Hata rasyoneldir, ancak hatanın özü yine hatadır.
Şimdiye kadar bu meseleye benim gibi yaklaşan birilerini görmediğim için bu konu hala gizemini koruyor. Ancak Hegel’in rasyonelitesi işin içine girdiğinde bu mesele şaşılacak derecede basitleşiyor.
Hatanın kendi varlığı, Hegel’in deyişinde bahsettiği gerçek ve rasyonelite ilişkisini bozan bir olgu değildir. Hata, hatalı bilgi işleme sebebiyle var edilmiştir, bu yüzden varlığı rasyoneldir ve usa uygundur. Ancak hatalı bilginin özü yine hatadır. Bu sebeple varlığını ancak hata etkinlikleri yaratarak, irrasyonel faaliyetler sürdürerek sürdürebilir. Çünkü her gerçek mutlaka ama mutlaka rasyonel hale gelmek durumundadır, bu Hegel’in de ifade ettiği şekilde doğanın değişmez bir kanunudur. Bu sebepten bir travmatik etkinlik, yani bir gerçek, irrasyonel halde kalamaz, süreç tamamlanmalı bilgi rasyonel hale getirilmelidir, bu tamamlanmadan bilgiyi işleme süreci bitmez. Aynı sebepten bu bilgiler bilinç dışına da tam olarak itilemez. Yoksa pekala unutmayı başarabiliriz, unuttuğumuz çok önemsiz şeyler vardır hepimizin. Ama bunların hepsi rasyonel kabul ettiğimiz bilgilerdir.
Bugün bilinçaltına itilmiş olarak kabul ettiğimiz bilgiler, yukarıda anlattığım üzere, aslında bunu tam olarak başaramadığımız için yaşamaya devam eden bilgilerdir.
Şu an psikanalistlerin yaptıkları şey de, bilinçaltına itilmeye çalışılmış olan bilgiye, bilinç düzeyindeki kılcal kalıntılarını takip ederek ulaşmaktır. Ardından bir şekilde hatalı yorumlanıp kaydedilen bilgi, öznesi tarafından rasyonel hale getirilir ve psikolojik tedavi süreci biter. Hatalı kaydedilen bilgi yeniden yorumlanır ve düzeltmeler yapılır.
Ancak maalesef, sert travmalarda bilgi ortaya çıksa da genel olarak bu bilgiler rasyonelize edilemediği için tedavi süreci tamamlanamaz. Bunun sebebi de bu Hegelci mekaniğin camia tarafından bilinmemesidir.