Empati ve Terör
300 kişilik dev amfide subaylar ve astsubaylardan oluşan bir kalabalık sıkış tepiş oturmuş ve gelecek olan generali bekliyorlardı. Yaşanan son seçimlerin ardından kurulan yeni hükümet, ordu da köklü değişimlerin yapılacağını bir hafta öncesinden duyurmuştu. Amfideki subay kalabalığı bu etkinliğin de bu konuyla ilgili olabileceğini az çok tahmin edebiliyordu ve herkes merak içerisindeydi. Uğultular iyice yükselmişti ki amfinin büyük kapısı gürültüyle açıldı.
“Dikkaaat!” diye bir ses duyuldu kapıda bekleyen nöbetçi çavuştan. Normalde general henüz içeri girmeden bu komutu vermesi ve içerideki sesleri susturması gerekiyordu ama gelen generali görmemiş, hazırlıksız yakalanmıştı. General içeri doğru kendisi için hazırlanan kürsüye ilgisiz tavırlarla yürümeye başladı. Henüz yolu yarılamıştı ki, amfideki tüm sesler kesildi. Kalabalık bırakın öksürmeyi, sesli nefes almaya çekiniyor gibiydi. Şimdi generalin ayak sesleri amfinin her yerinden duyulabilecek kadar net bir şekilde yankılanıyordu.
General kendisi için hazırlanan kürsüye gelip duraksadı. Şapkasını çıkarıp saçlarını düzelttikten sonra önündeki kalabalığa doğru kafasını kaldırdı.
“Merhaba” dedi yumuşak bir ses tonuyla. “Hepinize buraya toplandığınız için teşekkür ediyorum. Ben kara kuvvetleri tümgeneral Kubilay Öztürk. Bugün ordunun yeniden yapılanma süreci programında başlayacağımız ve sizin astlarınıza vermenizi beklediğimiz eğitimden bahsedeceğim. ”
Eline uzaktan kumandayı alıp yan tarafında duran perdeye doğru doğrultarak bir düğmeye bastı. Büyük perdede bir powerpoint dosyası vardı. Elini mouse’a götürerek dosyayı açtı. Üzerinde büyük puntolarla “Terörle mücadele ve empati faktörü” yazıyordu. General kafasını tekrar önündeki kalabalığa çevirdi.
“Uzun bir zamandır, gerek iç disiplin problemleri, gerek askerlerin insani otokontrol problemleri sebebiyle böyle şeylerle karşılaşıyoruz ve bu da bizi hem ulusal arenalarda zor durumda bırakıyor, hem de yarattığı riskler ordunun düzenini tehdit edebilecek hale geliyor. Çünkü teknoloji çağındayız, insanlar birbirinden çok daha kolay etkilenebiliyor. Bu şu an problem yaratmıyor olsa da, gelecek için aynı şeyi söyleyemeyiz ve bu çözmemiz gereken bir problem.” dedikten sonra elindeki kumandada bir düğmeye basıp dosyanın içindeki resimleri sırasıyla göstermeye başladı. Resimlerde askerlerin öfkeyle darp ettiği, kan içinde kalmış suçlular ve teröristler vardı.
“Bunlar” dedi general kafasını tekrar önündeki kalabalığa doğru çevirerek. “Bunlar olmasını istemediğimiz şeyler. Ama bunu salt bir yasaklama şeklinde yapmak istemiyoruz. Çünkü bunun kısmi olarak işe yarayacağından büyük ölçüde eminiz. Şimdi bunun neden olmaması gereken bir şey olduğunu anlatacağım” dedi ve elindeki kumandayı bırakıp kürsünün önüne geçti. Hem yürüyor hem konuşuyordu.
“Burada gördükleriniz pkk’lı teröristlere yapılanlar, ayrıca öfke ve intikam duygularının dışa vurumu. Bu duygular tıpkı korku gibi nabzı yükseltir ve eyleme zorlar. Ancak korkuyla arasında şöyle bir fark vardır. Korkunun yarattığı eylemler genelde hayatta kalma olasılığını yükseltmek üzerinedir ve bu yüzden mantıklı eylemlerdir. Ancak öfke ve intikam duygusunun yarattığı eylemler biçim olarak burada korkuyla ayrılır. İnsanı mantıklı kararlar almaktan uzaklaştırır, tek amacı mümkün olan en kısa sürede, mümkün olan en şiddetli zararı vermektir. Ancak öfke, korku gibi bir nesne ayrımı da yapmaz. Kimin şiddete maruz kalacağı o kadar da önemli değildir. Önemli olan şiddetin yaratılmasıdır. Öfke ve intikam, kendi sahibine isyan eden, başarılı olması durumunda bu isyanı kazanıp sistemi yok eden asilerdir. Bu sebeplerden herhangi bir operasyon sırasında, öfke ve intikam duygularıyla beslenen asker, hata yapar. Kendisini ve birliğini tehlikeye atar. Bu olmasını istediğimiz bir şey değil.
Salondan çıt çıkmıyordu. General bir nefes aldıktan sonra ellerini arkasına bağlayıp konuşmasına devam etti.
“Bu anlattığım işin bir boyutu. Meseleyi burada bırakırsam, eğitim elbette işe yarayacaktır ama yine istediğimiz etkiyi oluşturmayacaktır. Bu sebepten bu olayların ikinci bir boyutu, erişmeniz gereken önemli bir bilinç düzeyi daha var. Empati.. Bu insanlarla empati kurabilmeniz gerekiyor.” deyip duraksadı ve önündeki kalabalığı dikkatle izlemeye başladı.
Subaylar generalin son cümlelerine pek anlam verememişti. Herkes bir an kafalarını yanındaki arkadaşlarının suratlarına doğru çevirmiş, küçük fısıldaşlamalarla generalin ne demek istediğini hakkında fikir yürütüyordu. Birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından general tekrar ellerini arkasına bağlayıp devam etti:
“Bu resimlerde gördükleriniz pkk’lı teröristlerdi. Az önce de bu şekilde yapılan eylemlerin zararlarından bahsettim. Şimdi de bu eylemlerin gereksizliğinden bahsedeceğim.. Bu eylemler ve bu duygular gereksiz, çünkü bu insanlar tam olarak bir suçlu değil, daha çok kurban..” dedi ve tekrar duraksayıp amfideki kalabalığı izlemeye başladı.
Kalabalığın şaşkınlığı kat ve kat artmış, içerideki muhalif uğultular, neredeyse generalin sesi duyulmayacak şekilde bir anda yükselmişti. Subaylardan birisi hiddetle ayağa kalktı ve söz istediği her halinden belli olacak şekilde bir elini neredeyse omuzundan çıkarmak istermiş gibi havaya kaldırdı. Gözlerindeki nefretten adeta ateş çıkıyordu. General elleriyle içerideki uğultuyu susturduktan sonra “Buyur evladım” dedi elini ayağa kalkmış subaya doğru uzatarak, babacan bir tavırla.
“Teğmen Ahmet Güner” diye başladı subay. “Komutanım, son cümlelerinize kadar her şeyi anlıyor ve kabul ediyorum. Ancak daha geçen ay benim yanımda bir devrem şehit oldu. Vuran teröristi de gördüm. Bunu en ufak bir insani duygu taşımadan zevkle yaptı. Bu insanların suçlu olmadığına nasıl inanmamızı bekliyorsunuz?”
“Sen nerelisin evladım” dedi general.
“Artvinliyim komutanım”
“Şimdi, bu ikinci aşamanın amacı işte bu sebepten Ahmet Teğmenim. Çünkü her ne kadar dediklerimi onaylasanız da, yapacağınız şey bu dürtüleri saklamak olacaktı ve bu sebeplerden boşluk bulduğunuz anda aynı şeyler tekrar yaşanmaya başlayacak, verilen eğitim çöp olacaktı. Şimdi senin soruna gelelim..” dedi ve tekrar kürsüye doğru ilerledi. Kendisi için bardakta hazır bekletilen sudan bir yudum aldıktan sonra tekrar kürsünün önüne geçti ve kürsüye doğru hafifçe yaslandıktan sonra kendinden emin bir şekilde kafasını sinirli Teğmen’e doğru kaldırdı.
“Arkadaşın nerede şehit olmuştu Teğmenim?”
“Hakkari kırsalında komutanım”
“Peki, peki” dedi kafasını onaylar biçimde sallayarak. “Şimdi senden doğum yerin olan Artvin’de değil de, Hakkari kırsalında doğmuşsun gibi düşünmeni istiyorum. 14 tane de kardeşin var. Yarı aç yarı toksunuz. 20'li yaşlarda bir çocuksun. Okul filan da hak getire, okuma yazmayı ancak biliyorsun. Burada pkk denilen bir şey var. Bunlar eli silahlı acımasız insanlar. Tıpkı eski soyvet blokundaki sistemler gibi, bunlar kendileri hakkında olumsuz konuşanları bile bulup hesabını kesen tipler. Bunlar yetişkin bir erkek olduğun için sana bir gün ulaşıyorlar. Seni kandırıyorlar veya korkutuyorlar. Cahilsin inanıyorsun veya korkuyorsun dediklerini yapmak zorunda kalıyorsun ve çıkıyorsun dağa.
“Komutanım!” diye araya girdi sinirli Teğmen.
“Buyur Teğmenim…”
“Şayet orada doğsaydım, bunları yapacağımı nasıl bilebilirsiniz?”
General gülümseyerek devam etti: “Çünkü bunun için sosyolog olmaya gerek yok. Bunun iyi vatandaş olmakla da bir ilgisi yok. Bu doğal bir sonuç. Çünkü diğer türlü yaşayamayacaksın. Söyle o halde Teğmenim, sen ne yapardın? Bunlara karşı geldiğinde, bunlarla iyi geçinmediğinde, başına gelebilecekleri gayet iyi biliyorsun. Muhtemelen aklın başına gelmesi için birkaç kez dövüleceksin, malların yağmalanacak, ailene zarar verecekler. Hiç biri işe yaramazsa öldürecekler seni.”
Genç Teğmen yutkunduktan sonra başını önüne doğru eğdi. Generalin bu çıkışına karşı üretebileceği bir şey yoktu. General eliyle otur işareti yaptıktan sonra devam etti:
“İşte dağda karşınızda olan teröristler bunlar.” dedi general kendinden emin bakışlarla önündeki kalabalığı süzerek. “Şayet siz de yanlış zamanda yanlış yerde doğmuş olsaydınız o teröristlerle aynı kaderi paylaşacaktınız. Burada bir suçlu varsa o da devlettir, geçmiş devlet politikalarıdır. Devletin olmadığı yerde oluşan otorite boşluğu bir şekilde dolar. Bunu ama pkk gibi terör örgütleri yapar, ama dinci tarikatlar.. Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Burada bir tür savaşma seviş gibi bir anlam da çıkmasın. Bu süreç, bir şekilde, daha önceki devlet politikaları sebebiyle bu raddeye gelmiştir ve çıkış yoluna da maalesef, en azından şimdilik, şiddet olmadan ulaşılamaz. Ya öleceksiniz ya da tam tersi.. Ancak şiddetin, öfkeyle veya intikam duygularıyla da beslenmesine gerek yoktur. Çünkü bu savaşın suçlusu, savaş meydanında olmayanlardır. Burada yaşanan şey sadece bir trajedidir”
Salondan çıt çıkmıyordu. Kalabalık sanki topluca büyük bir aydınlanma yaşamış gibiydi. General tekrar kürsünün arkasına geçip şapkasını eline aldıktan sonra: “Şimdi tüm bu anlattıklarımı astlarınıza aktarmanızı bekliyorum. Onlar da şimdi sizin yaşadığınız kafa karışıklığını yaşayacaklar. Teğmenimin yaptığı gibi itirazlar yükselecek. Sonra benim yaptığım gibi bu itirazları sönümlendireceksiniz ve eğitim kalıcı bir etki bırakacak” dedi ve elindeki şapkasını tekrar kafasına taktı.
“Dikkaaaat!” diye bağırdı kapıdaki nöbetçi çavuş. Amfideki herkes aniden ayağa kalktı. General ayağa kalkmış askerleri selamladıktan sonra yavaş adımlarla dışarı çıkıp amfiyi terk etti.