Bisiklet üstünde 2200 km
Merhaba, bu yazımda geçen yaz yaptığım bisiklet sürüşümden, yolda karşılaştıklarımdan, başıma gelenlerden bahsedeceğim. Bu yazıyı çok daha önceleri yazardım normalde, ancak turumun hemen bitiminde babamı kaybetmem(daha doğrusu covid negatif olduğu halde o zamanlar makbul olan sıtma ilaçları sebebiyle kalp krizi geçirip öldürüldüğü için) sebebiyle önem derecesi düştüğü için şimdiye kaldı. Birinci dereceden bir yakınının kaybedilmesinin ne anlama geldiğini, bu sarsıcı süreci deneyimledim. Ama artık atlattım diyebilirim. Konuyu dağıtmadan tur detaylarına geçelim.
Aslında bir tane aksiyon kameram vardı ve tur boyunca çekimler yaptım. Ancak çekimlerin kalitesini beğenmediğim için planladığım YouTube serisini yapmamaya karar verdim. Bir sonraki sefere artık. Biraz uzun bir yazı olacak, başlamadan önce çayınızı kahvenizi alın.
1. Gün — Çanakkale
Sabahleyin erkenden Mecidiyeköy’deki evimden yola çıkıyorum ve saat 06:30 gibi Yenikapı vapur iskelesindeyim. Hem sabahın erken saatleri olması hem de günlerden pazar olması sebebiyle yollar oldukça rahat.
Vapurdan indikten sonra güzel bir kahvaltı yapıp yola çıkıyorum. Planım o günün sonunda Çanakkale’deki bir kamp alanı ve sürmem gereken mesafe yaklaşık 150 km. Çanakkale yolu çok ilginç bir yol, böyle bağıra bağıra gezen mobilet çeteleri filan var. Ancak işler istediğim gibi gitmiyor. Yolda bisikletim arızalanıyor, ve dizimdeki problem nüksediyor. Moraller bir anda bozuluyor. Hedeflediğim yere ulaşamadığım için geceyi Çanakkale yolunda bir benzinlikte geçiriyorum.
2. Gün — Assos
Ertesi gün erkenden uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra tekrar yola çıkıyorum. Bu sefer terslik yaşanmıyor ve öğle yemeğimi Çanakkale merkezde yiyorum. Bir saatlik molanın ardından tekrar yola çıkıyorum. Biga ve Ezine’yi geçerek Ayvacık’a ulaşıyorum. Kaz dağlarının dibinde tekrar duraklıyorum. Hem dizimin durumu hem de saatin akşama yaklaşması sebebiyle düşünmek için biraz durdum. Çünkü kaz dağları oldukça sert yokuşları olan bir rota, ve dizimdeki probleme ek olarak yolda düştüm.
Böyle Kaz Dağlarının dibinde düşünürken yanımdan geçen birilerine ayrılan yolun nereye gittiğini sordum. Yol Assos’a gidiyormuş ve Balıkesir’e girebilmek için tekrar geri dönmem gerekmiyormuş. O günkü konaklama planımı Assos olarak güncelleyerek düştüm yola.
İnanılmaz tatlı bir yol, ancak çok çakıllı ve bisikletle hız yapmanın pek imkanı yok. Yolda tekrar dizimdeki problem nüksediyor ve gece saatlerinde Assos’a ulaşabiliyorum. Bir kamp yeri bulup çadırımı kuruyorum. Bir gün burada kalıp dinlenmeye karar verdim. Çünkü hem kötü bir şekilde düşmüştüm, hem dizimin biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Ertesi gün kahvaltı etmek için kalktım ve az sayıdaki restoranların birine girdim. Ancak o da ne? Pos makinesi yok. Daha sonra aynı problemin tüm işletmelerde olduğunu dehşetle fark ettim. Bakkallarda, restoranlarda hiç bir yerde pos makinesi yok ve para çekebileceğim bir ATM’de yok. Böyle Assos’un en gizli saklı yerini bulmuşum.
O gün hiç bisiklet sürmeyi planlamıyor olsam da para çekmek için mecburen ATM bulunan bir bölgeye sürmek zorunda kaldım. O mesele bir şekilde çözüldükten sonra bir arkadaşımın da aynı bölgede tatilde olduğunu öğrendim. Ardından buluştuk ve hararetle yolda başıma gelenleri anlattım.
4. Gün — Güre
Assos’da verilen bir günlük molanın ardından erkenden yola çıkıyorum. Hem yollar düz, hem verilen arada kaslarım kendine gelmiş. Halen korkarak pedala basıyor olsam da dizimdeki ağrı yok.
Dümdüz yollardan, köylerden, zeytin bahçelerinden aşarak Küçükkuyu’ya ulaşıyorum. Buraya ulaşabildiğim için ayrıca memnunum, çünkü yolum İzmir’e kadar düz ve kocaman emniyet şeritleri sayesinde çok rahat olacak. Küçükkuyu’da biraz mola veriyorum ve ardından tekrar sürmeye başlıyorum. Bu kez karşıma oldukça sert esen bir ters rüzgar çıkıyor. O gün planladığım yolun yarısını gidebiliyor ve Balıkesir Güre’de bir kamp alanında mola veriyorum.
Bu kamp alanı oldukça ilginç bir yerdi. Bir tür distopya gibi. Kocaman bir kamp alanı ve sülalecek olada yazı geçirmek üzere gelen insanlar. Sağa sola koşuşturan çocuklar, kavga eden gençler, çılgıncasına esen rüzgar. Böyle kamp alanı parsellere ayrılmış. Kendi çadırımı kaybettim bir defasında.
5. Gün — Bergama
Ertesi gün favori yerlerimden birisi olan Bergama’ya ulaşmak üzere sabahın erken saatlerinde yola çıkıyorum. Şükür baş belası rüzgar kesilmiş. Oldukça rahat bir yolculuk sonrası hedeflediğimden daha erken bir saatte Bergama’ya giriş yapıyorum. Dizim sebebiyle yaşadığım korku da artık yok. Kamp alanım bu kez lüks bir otelin bahçesi. Akşam olmadan varış yerime ulaşmamın verdiği keyifle bana katılan bir arkadaşla çadırımız kuruluyor.
Çadırımı kurar kurmaz çok sevdiğim Pergamon’a tırmanmak üzere yola çıkıyorum. Ancak kapanış saati geçmiş ve kapıdan geri dönüyorum. Sonrasında fırsattan istifade bisikletime bakım yaptırıp geri dönüyorum. O gün yeni tanıştığım arkadaşla birlikte uyuyoruz.
Ertesi gün ilk kahvaltımı yaptıktan sonra ilk işim Pergamon’a tırmanmak oluyor. O tarihi güzellikler içinde birkaç saat vakit geçiriyorum. Tam anlamıyla girmediğim yer kalmıyor.
Öğlenden sonra dağdan inip Bergama müzesine giriyorum. Müze görece küçük bir yer, ancak o kadar çok fazla tarihi eser var ki, içeri sığmamış, bahçeye de sığmamış, böyle depo gibi bir yerde üst üste dizmişler. Ancak Roma dönemine ait eserler dışarıda beklerken içerisinde büyükçe bir alan plastik heykellerle doldurulup yakın tarih simüle edilmek istenmiş. Yani ya müzeyi büyütün, veya bu alanı da daha önemli eserleri muhafaza etmek için değerlendirin arkadaşım. Pergamon’u, Bergama müzesini gidip görmenizi tavsiye ederim.
O gün de Bergama’da konaklayıp ertesi gün erkenden hareket ediyorum.
7. Gün — Gaziemir
Bergama’dan çıkarken hedefim Seferhisar’a ulaşmak olsa da İzmir’e geldiğimde saatimi kontrol edip burada konaklamaya karar verdim. Küçükkuyu’dan başlayan tatlı sürüş rotası maalesef burada sona ermişti. Konak sahilinde bir balık yedikten sonra şehir merkezinde bir otelde konaklıyorum.
Otel ucuz olduğu için odam baya kötüydü, yani çadırda kalsam yeriydi. Ertesi gün erkenden yola çıkıyorum. Bu sefer istikamet Sığacık.
8. Gün — Sığacık
Bu rotadan sonrası ilk kez gideceğim yerler oluyordu. Çünkü daha önce aynı rotayı kullanarak İzmir’e kadar gelip yolculuğumu sonlandırmıştım. Belirlediğim saatte Sığacık’ta oluyorum ve çarşı içinde bir yemek yedikten sonra Teos antik kentine doğru yola çıkıyorum. O kadar büyük bir yer ki bisikletimle içeriye girmem serbest. Ama dağınık bir antik kent. Pergamon’da hissettiğim doygunluk yok. Görseldeki asırlık zeytin ağacı ise antik kentin ortasında bulunuyor. Dolaşırken acıkıyorum ve yolumun üzerinde gördüğüm kaktüse benzeyen egzotik bir meyve yiyorum. Ancak mevyenin üzerindeki minik dikenleri sonradan farkediyorum ve iş işten geçmiş oluyor. Bu sebepten akşam birkaç saati diken ayıklamakla uğraşıyorum
Akşam kamp alanıma dönüp kısa yemeğimi yiyip çayımı içiyorum ve yatıyorum.
9. gün — Şirince
Ertesi gün erkenden hareket ediyorum. Bu seferki rota ilk kez gideceğim Şirince. Dizimin ağrısı tamamen yok oldu, mutluyum. Uzun bir sürüşün sonunda iyi bir saatte akşam olmadan Selçuk’a ulaşıyorum. Yolumun üzerindeki Efes müzesine gözüm takılıyor, ancak yarın gelirim diyerek vazgeçiyorum. Şirince’nin yüksekliği meşhur. Tırmanılacak.
Derken Şirince tabelalarını görüp mutlu oluyorum. Ancak telefondaki haritam farklı bir yolu verirken tabelalar tam tersini söylüyordu. Haritayı boş verip tabelaları takip etmeye başladım. Ancak bunun hata olduğunu dönüş yolunda anlayacaktım. Tabelalar görece daha kısa ancak çok daha dik farklı bir rota üzerinden ilerliyordu. Spor salonlarında ağırlık kaldırırken bağıran kekolar gibi bağıra bağıra çıktım rampaları. Şükür ki, tırmanışı iki saatte tamamlayabilmiştim ve sonunda Şirince’ye giriş yaptım. Çadırımı lüks bir konaklama yerinin bahçesine kuruyorum. Havuzum bile var.
Bir iki saatlik dinlenmenin ardından Matematik köyüne gitmek üzere yola çıkıyorum. Öyle ya, Şirince’ye gelinip Matematik köyüne gidilmez miydi? Ancak covid önlemleri sebebiyle kapalı olduğu için üzülerek geri dönüyorum. Umarım bir sonraki ziyaretimde içeri girebilirim.
Ardından geri dönüp Şirince merkezin içini turlamaya başlıyorum. Bir şaraphane’den çıkıp diğerine giriyorum. İkram edilen hiç bir tadımlık şarabı geri çevirmiyorum. Sarhoş olduğumu bisikletimle duvara vurunca anlıyorum. Sonra dikkatimi bir kat daha arttırıp bir problem yaşanmadan kamp alanıma dönmeyi başarıyorum.
10. Gün — Selçuk
Ertesi gün erkenden kalkıp güzel Şirince’den ayrılıyorum. Bir günü Efes ve çevresinde tüketmeyi planladığım ve gece sürüşü de yapmadığım için rotanın Bodrum ayağına akşam otobüs ile gideceğim. Saat 9:30 gibi Efes antik kentine giriş yapıyorum. Şehir adeta beni büyülüyor. Celcius kütüphanesindeki heykellerin dikilip önünde uzun uzun onları izliyor, açıkta bulunan taş mezarların içine girip uyumak için garip bir istek duyuyorum.
Daha sonra antik kentten çıkıp bir başka önemli tarihi yere, Yedi Uyurlar mağarasına doğru yola çıktım. Kısa bir süre sonra bölgeye ulaştım. Mağaranın dar bir girişi vardı ve bizim Türkler mağara civarındaki ağaçlara maskelerini bağlayarak dilek tutmuşlardı. Dışarısı bu yüzden bok gibiydi desek yeridir.
Görevli kimse yoktu, ama giriş demir parmaklıklarla kapatılmıştı. Demir parmaklıkların arasından telefonumu sokup fotoğraflar çektim. Yine içimde taş mezarların içine girip uyuma arzusu alevlendi. Sanırım kimse olmasaydı bir şekilde o kapıyı açar ve orada birkaç saat uyurdum.
Ardından oradan çıkıp bir başka önemli bölgeye, Hırıstiyanların kabesine, yani Meryem Ana kilisesine doğru yola çıktım. Şirince kadar olmasa da burası da baya yüksek bir bölge ve dağdaki manyetik alan sebebiyle tırmanması oldukça zor. Bu hala faal olan bir kilise.
Derken akşam oluyor ve otobüsüme binmek üzere terminale hareket ediyorum. Çoğu kişinin bildiği üzere bir şeyler oluyor ve yolculuğumuz birkaç saat sarkıyor. Ancak geç saatlerde de olsa Bodrum’a inmeyi başarıyorum.
11. Gün — Bordum
Akşam saatlerinde güç bela da olsa bir kamp alanı buluyorum ve işlerim biter bitmez bana yakın bir bölge olan Gümbet sahiline doğru sürüyorum. Nedense pek sevemiyorum Bodrum’u. Ertesi gün hiç vakit kaybetmeden toparlanıyorum. Feribotla Datça’ya geçip oradan Marmaris’e süreceğim.
Sabah saatlerinde feribota binip Datça’ya geçiyorum. Orada bir yemek yedikten sonra tekrar sürüşe başlıyorum.
Muhteşem yollardan geçerek Marmaris’e ulaşıyorum. Burada da bir gün fazladan kalmaya karar verdim. Çünkü Marmaris’i çok seviyorum ve bulduğum pansiyon oldukça güzel ve ucuz. Ertesi gün içmeler marmaris arası tüm gün keyifle bisiklete biniyorum, denize giriyorum, bira içiyorum.
13. Gün — Fethiye
Bir günlük molanın ardından tekrar yola koyuluyorum, arkadaşım beni yolcu ediyor.
Sürekli hatalı ölçüm yapan Strava sonunda tepemi attırıyor ve onu kaldırıp Komoot kullanmaya başlıyorum. Böyle ıssız yoları veriyor hep bana. Yolda bir sebil görüp frenlere asılıyorum. Sebil çalışıyor ve suyu buz gibi. Sularımı yenileyip yoluma devam ediyorum. Hayır gibi hayır!
Akşam saatlerine doğru bir tanıdığın işlettiği kamp alanına ulaşıyorum. Bugün konaklama bedava.
14. Gün — Kaş
Ertesi gün erkenden yola çıkıyorum. Komoot yine beni ıssız yerlere sokuyor. Kimsecikler de yok.
Sonuçta bir şekilde o yollardan çıkıyorum ve Kaş tüm güzelliğiyle gözlerimin önüne seriliyor.
Kaş girişinde bir kamp alanı buluyorum. Orada tanıştığımız arkadaşlarla bira içip şarkılar söylüyoruz.
15. Gün — Kumluca
Ertesi gün erkenden kalkıp tekrar sürüşe başlıyorum. Kaş çıkışı tur boyunca karşılaştığım en zorlu tırmanış oluyor. Öyle ki bir ara bisikletimle geriye doğru devrilme tehlikesi geçirdim. Sonra bisikletimi yan tarafıma alıp öyle devam ettim. Akşama doğru Karaöz sahilinde bir kamp alanında konaklıyorum.
Ertesi gün rotam dışında olmasına rağmen Olympos antik kendi dikkatimi çekiyor. Çünkü sorduğum herkes “oradan çıkış yok geri gelmen lazım” dediği halde, Google rota vermediği halde Komoot bölgeye girip çıkabileceğim bir rota çizdi! Tabi ki macera damarım ağır bastı ve rotamı Olympos’a çevirdim
Birkaç saatlik sürüşün ardından Olympos’a ulaşıyorum ve iyi ki de gelmişim diyorum. Kocaman antik kent. Bisikletimi park edip bir süre dolaşıyorum. Ardından tekrar Komoot haritama bakıp yolu nerden verdiğine bakıyorum. Antik kentin içinden geçiyor, makul. Ancak çıkışın plaja çıkacağını Komoot biliyor muydu bilmiyorum ama ben bilmiyordum.
Düşe kalka bir şekilde sahilden çıkıyorum. Ancak haritam bana daha fazla sürpriz yapmıyor ve o uzun sahili geçtiğimde, en azından normal yolda ilerliyorum. O akşama kadar Serik’e ulaşmam gerekiyor çünkü lüks bir yerde bedavaya konaklayacağım. O gün en uzun yolumu yapıyorum, sanırım 200 küsür km. Akşama doğru Serik’de kalacağım villa tipi konutların olduğu lüks otelin önüne ulaşıyorum.
Burada bir gün dinleneceğim. Çünkü hem lanet bir diş ağrısı baş gösterdi, hem de ıssız, kimsenin bilmediği bir antik kent olan Silyon’u gezeceğim. Gece 12'ye doğru dişimin ağrısı pik yapıp aniden sönümleniyor. Bilmiyorum neden. Üzerinde durmuyorum ve rahat bir uyku uyuyorum.
Ertesi gün biraz geç bir saatte uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra Silyon antik kentine doğru yola çıkıyorum. Birkaç saat orada geçirip geri dönüyorum. Günün kalanı havuz ve bira şeklinde geçiyor. Otelin işletmecileri Tolga ve Ceylan’a tekrar teşekkürler.
Bir gece daha orada geçirdikten sonra dinç bir şekilde tekrar yola çıkıyorum.
17. Gün — Anamur
Yolda bisikletim önemli bir arıza yapıyor, otobanda giderken teli koptu. Ardından yavaşlayarak güç bela bir yerleşim birimi(Gazipaşa) bulup çadırımı kuruyorum. Bisikletimin bu arızasını düşünmediğim için ekipmanım yok, gecenin o saatinde kral bir arkadaşı evinden gelip bisikletimi tamir ediyor.
O gün bir düğün salonunun bahçesinde konaklıyorum. Gecenin geç saatlerine kadar davullar zurnalar, içenler kavga edenler..
18. Gün — Mersin
Ertesi gün erkenden tekrar yola çıkıyorum. Gördüğüm en ilginç rotalardan birisiydi burası. Yenikaş ve Mersin hem doğal olarak hem de tarihi olarak iç içe. Roma dönemindeki yapılar ile evler böyle yan yana. Duraksayıp bir iki saat gezdim.
19. Gün — Silifke
Mersin kesinlikle beklediğimden çok farklı bir şehir. Artık etrafımdaki atıl antik kalıntılara alışıyorum. Silifke’ye ulaşıp geceyi bir pansiyonda geçiriyorum.
Ertesi gün erkenden kalkıp yola çıkıyorum. Son iki durak.
20. Gün — Mersin
Buradan sonra yollar tam anlamıyla dümdüz ve kocaman. En ufak bir iniş çıkış yok. Rahat bir sürüş sonunda Mersin’e ulaşıyorum. Ucuz ama güzel bir otel bulup orada konaklıyorum. Ertesi gün öncesinden bir arkadaşımla buluşup şehri gezeceğiz, dinlenmem gerekiyor.
21. Gün — Mersin
Ertesi gün Itır’la buluşuyoruz ve biraz gezdikten sonra Tantuni yemeye gidiyoruz.
Yemek yerken karşı caddeden doğru bize dik dik bakan amcalar dikkatimizi çekiyor. Arkadaşımın anlattığına göre rakip Tantuni restoranıymış. Kendi aralarındaki rekabet sebebiyle ortada bir “ya onlardansın ya bizden” durumu varmış. Buymuş sebep.
22. Gün — Adana.
Burayı inanın hiç yazmak istemiyorum. Otogarda otobüsçüler bisikletimi çalmaya çalıştı, polis yolda giderken maske cezası yazdı filan. Mersin’in aksine pek sevmedim burayı.
O akşam Adana otobüs terminalinden bir şekilde bisikletimle birlikte otobüse binmeyi beceriyorum.